31 Mayıs 2010 Pazartesi

İstanbul Beyazıt Kulesi


Beyazıt Kulesi’nin bugünkü yerinde Bizans zamanında da Tetratsiyon adında, uzaktan yangınları gözetlemek için bina edilmiş bir kule vardı. Osmanlı Dönemi’nde ise; Kule aynı yerine Paris’te Ecole des Beaux-Arts’da öğrenim gören ilk Osmanlı mimarı olan, mimar Kirkor Balyan tarafından ahşap olarak 1749 yılında inşa edilir. Kule yangınları gözetlemek amacıyla yaptırılan ilk kule olma özelliğini de taşımaktadır. Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmış olan Kule’ye, Harik Köşkü veya Kulesi de denirdi. Harik kelimesi yangın anlamına gelmektedir. Kule’de görev alanlara köşklü, köşlü veya dideban da denirdi. O zamanki ahşap kule Yeniçeriler tarafından bir ayaklanma sonucu ateşe verilmiştir. Yanan Kule’nin yerine 1828 yılında 2. Mahmut tarafından Mimar Kirkor’un kardeşi Senekerim Balyana, Kule kâgir olarak tekrardan inşa ettirildi. Beyazıt Kulesi yaptırılmadan önce yangınları gözetlemek amacıyla Süleymaniye Cami’sinin minareleri kullanılmıştır. Beyazıt Kulesi’nin yüksekliği 85 metredir. Kule’ye 256 ahşap basamakla çıkılmaktadır.

KAYNAK : http://www.ibb.gov.tr/sites/ks/tr-TR/1-Gezi-Ulasim/tarihi-kuleler/Pages/beyazit-kulesi.aspx

12 Nisan 2010 Pazartesi

Emir Sultan Küliyesi

Emir Sultan semtinde, hemen her yerden görülebilen, asırlık ağaçlar arasında bulunan Emir Sultan Camisi, Tasavvuf bilgini Emir Sultan (Mehmet Şemseddin Buhari) (1349-1429) adına eşi, Yıldırım Beyazıt’ın kızı Hundi Fatma Hatun tarafından yaptırılmıştır. Bir söylentiye göre de Bursa tüccarlarından Hoca kasım tarafından Emir Sultan anısına yaptırılmıştır. Yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber, Çelebi Sultan Mehmet zamanında yapıldığı da ileri sürülmüştür. Ancak, bu yapı 1795 yılında bütünüyle yıkılmış, h.1219 (1804)’de Sultan III.Selim tarafından aynı plan düzeninde yeni baştan yapılmıştır. Bursa’da büyük hasara neden olan 1855 depreminde zarar görmüş, 1868’de şehzade olan II.Abdülhamit tarafından yenilenircesine onarılmıştır.

Emir Sultan Camisi, ilk yapılışında tek kubbeli küçük bir cami iken, sonradan önüne üç kubbeli bir revak ile odalar eklenmiştir. Dikdörtgen bir plan düzeninde ahşap korkulukların, sivri ve yatay kemerli revaklarla çevrili bir şadırvan avlusu yapının ana plan şemasını meydana getirmektedir. Bunun kuzeyine tek kubbeli dört köşeli ibadet yeri, aksi tarafa da Emir Sultan’ın türbesi ile iki yanına ikişer oda yerleştirilmiştir.

İbadet yeri ile türbe ekseni üzerine simetrik olarak minareler yerleştirilmiştir. Böylece çevresi on altı yuvarlak sütun üzerine kubbelerle örtülü iç bahçenin bir yanı camiye diğer yanı da türbeye ayrılmış, ortasına da şadırvan yerleştirilmiştir.

Cami kısmı 15.20x15.20 m. ölçüsünde kare planlıdır. Üzerini kemer ve köşelerde trompların taşıdığı merkezi bir kubbe örtmüştür. İçerisi kasnakta yer alan on iki, duvarlarda da kırk pencere ile aydınlatılmıştır. Bu sistem XIX.yüzyıl barok camilerinde yaygın biçimde görülen bir aydınlatma sistemidir.

Caminin mihrabı XVII.yüzyılın iznik çinileri ile bezenmiştir.

Emir Sultan Türbesi’nin ilk yapılışından günümüze hiçbir şey gelememiştir. Bugünkü sekizgen planlı türbe 1868 yılında yapılmıştır. Türbede Emir Sultan’ın eşi Hundi Fatma Sultan ile iki kızı gömülüdür. Ayrıca camiye giden ana cadde üzerinde tarihi mezar taşlarının bulunduğu bir mezarlık ile h.1156 (1743) ve h.1254 (1838) tarihli iki çeşme bulunmaktadır. Emir Sultan camisinin güneyinde Emir Sultan´ın eşi Hundi Hatun tarafından yaptırılmış hamamı bulunmaktadır.

KAYNAK : http://www.lifeinbursa.com/tarihx/17/3/emir_sultan_camisi_(yildirim).htm

10 Şubat 2010 Çarşamba

İstanbul Kız Kulesi


Kız Kulesi, hakkında çeşitli rivayetler anlatılan, efsanelere konu olan, İstanbul Boğazı’nın Marmara Denizi’ne yakın kısmında, Salacak açıklarında yer alan küçük adacık üzerinde inşa edilmiş yapıdır.

Üsküdar’ın sembolü haline gelen kule, Üsküdar’da Bizans devrinden kalan tek eserdir. M.Ö. 2475 yıllarına kadar uzanan tarihi bir geçmişe sahip olan kule, Karadeniz’in Marmara ile kucaklaştığı yerde minicik bir ada üzerinde kurulmuştur. Bazı Avrupalı tarihçiler buraya Leander Kulesi derler. Kule hakkında pek çok rivayetler bulunmaktadır. Evliya Çelebi kuleyi şöyle tarif eder: “Deniz içinde karadan bir ok atımı uzak, dört köşe, sanatkarane yapılmış bir yüksek kuledir. Yüksekliği tam seksen arşundur. Sathı mesehası ikiyüz adımdır. İki tarafına bakan yerde kapısı vardır.”

Bugün gördüğümüz kulenin temelleri ve alt katın mühim kısımları Fatih devri yapısıdır. Kulenin etrafındaki sahanlık geniş taşlarla kaplanmıştır. Üstündeki madalyon halindeki bir mermer levhada, kuleye şimdiki şeklini veren Sultan II. Mahmut’un, Hattat Rasim’in kaleminden çıkmış 1832 tarihli bir tuğrası vardır. Kulenin Eminönü tarafı daha genişçe olup burada bir de sarnıç vardır.

İlk olarak Yunan döneminde bir mezara ev sahipliği yapan bu ada Bizans döneminde inşa edilen ek bina ile gümrük istasyonu olarak kullanılmıştır. Osmanlı döneminde ise gösteri platformundan, savunma kalesine, sürgün istasyonundan, karantina odasına kadar bir çok işlev yüklenmiştir. Asli görevi olan ve yüzyıllardan beri varlığı ile insanlara, geceleri ise geçen gemilere göz kırpan feneri ile yol gösterme işlevini hiç kaybetmemiştir.Geçmişten geleceğe en çok da düşlere yol göstermektedir Kız Kulesi.

Kız Kulesi 2000 yılında restore edilerek, artık çatal-bıçak seslerinin duyulduğu bir mekân haline dönüştürülmüştür. Kız kulesine ulaşım Salacak ve Ortaköy’den sandallarla yapılmaktadır.

Çok eski tarihi geçmişi olan Kız Kulesi, bir zamanlar, Boğazdan geçen gemilerden vergi alınmak maksadı ile kullanılmıştır. Kule ile Avrupa Yakası boyunca büyük bir zincir çekilmiş ve gemilerin Anadolu Yakası ile Kız Kulesi arasından geçişine(o zamanlar gemi boyutları küçük olduğu için geçebilmekteydi) izin verilmiştir. Bir süre sonra Kule, zinciri taşıyamamış ve Avrupa Yakasına doğru yıkılmıştır. Kuleden suyun içinde bakıldığında yıkıntıları görülmektedir.

Antik Çağ’da Arkla(küçük kale) ve Damialis(dana yavrusu) adları ile anılan kule, bir ara da “Tour de Leandros”(Leandros’un kulesi) ismi ile ün yapmıştır. Şimdi ise Kız Kulesi ismi ile bütünleşmiş ve bu ismi ile anılmaktadır.

KAYNAK : http://www.kizkulesi.net/

1 Şubat 2010 Pazartesi

Sivas Divriği Külliyesi


Tarihte adından pek fazla bahsedilmeyen Mengücüklüler, yukan Fırat havzasında kurulmuş bir beyliktir. Bu beyliğin adını günümüzde duyuran Erzincan, Divriği yöresinde yapılmış mimari eserler ve bunların zengin taş işçiliğidir. Bunlardan günümüze kalanların içinde en ünlüsü Mengücüklü Ahmet Şah ile eşi Turan Hatun'un 1228 yılında yaptırdığı Divriği Ulu Camii ve Darüşşifasıdır. Anadolu Selçuklu mimarisinin özgün şekli ve değişik süslemeleriyle ayn bir yere sahip olan bu eser için yabancılar "Anadolu Elhamrası' deyimini kullanırlar. Divriği Ulu camii ve Darüşşifasından oluşan külliyede her iki eser de dikdörtgen planlı olup eksenleri birbirine diktir. Külliyenin iç bölümü ortaçağ atmosferini yansıtır. Külliyenin en etkileyici kısımları dört büyük taç kapısıdır. Bir ortaçağ toplumunun mimari başarısını sadece bölgede değil dünyada zirveye çıkaran Divriği Ulu camii ve Darüşşifasıdır. Döneminin tüm sanatsal özelliklerini yansıtan bu eşsiz eser taş işçiliğinin zirvesini oluşturur.

1280 metrekarelik bir alanı kaplayan, kuzey, doğu ve batı yönünde yer alan üç ayrı kapıdan girilen camii kuzeydeki girişe göre uzunlamasına bir yapıdır. Aynı çağda yapılan hiçbir esere benzemeyen sanatsal anlatım tarzı dış cephelerde özellikle de kapılarda kendini belli eder. Çeşitli bitki motifleri ile geometrik desenlerin yer aldığı kapıların her biri değişik bir teknikle yapılmıştır. Ön kapının üzerinde bulunan küçük döner sütunun, yapının sağlamlığının ve tabana tam olarak oturmuş olduğunun göstergesi olarak döndüğü ancak bugün geçirilmiş olan deprem nedeniyle dönmediği yetkililerce bildirilmiştir. Camiin içine girildiğinde mihrap bölümünde değişik anlamları olan şekiller görülmektedir. Bunların içinde en dikkat çekici olanı ters dönmüş kalp şekilleridir. Bunların tevazu anlamına gelen farklı açıklamaları yapılmaktadır. Ayrıca camiin içerisinde hayret uyandıran bir akustik vardır. Yüz mihraba dönük olarak normal sesle okunan bir dua en önden nasıl duyuluyorsa en arkadan da aynı şekilde duyulmaktadır.

Mengücüklü sanatı, mimari plan ve süsleme açısından bölgesel unsurlarla Selçuklu geleneğinin sentezidir. Divriği külliyesi dünyada eşi benzeri olmayan bir yapıdır. Yapıldığı dönemden bu yana restorasyon geçirmeyen camii ve darüşşifası ilk günkü orijinalliğini korumakta olup Unesco tarafından dünya kültür mirası listesine alınan ilk eserlerden biridir. Dünyada tek olan bu eşsiz eserin restorasyon ve çevre düzenleme çalışmalarının başlatılması için girişimlerde bulunulduğu Kültür Bakanlığı yetkililerince tarafımıza bildirilmiştir

KAYNAK : http://www.farukeremvakfi.org.tr/10/s13.html


22 Ocak 2010 Cuma

Amasya Sultan II. Bayezid Külliyesi


(1482-86) Amasya valisi Şehzade Ahmed gözetiminde, 1482-1486 yıları arasında, babası II. Bayezid adına yaptırılmıştır. Cami,medrese, imaret, şadırvan ve çeşmeden meydana gelmektedir. Caminin mimarı Şemseddin Ahmed'dir, İki büyük kubbe ile örtülü olan caminin mihrap, minber ve taç kapısı beyaz mermerden özenli bir biçimde yapılmıştır. Eser, Osmanlı mimarisinin tipik örneklerinden biridir. SULTAN II. BAYEZİD KULLİYESİ HAKKINDA II. Bayezid Amasya'da valilik yaparken, Cem Sultan'ın saltanatı ele geçirme çabalarından haberdar olur. Şehzade'nin huzursuz olduğunu gören Amasya'nın ileri gelenlerinden bazıları, saltanata kendisinin geçeceğini müjdeler ve Amasya'ya cami, medrese ve imarethane inşasını rica ederler. Sultan Bayezid bundan çok duygulanır ve tahta çıkışının hemen ardından istenen yapıları Amasya'ya inşa ettirir.Dört tarafı da kagir (taş ve tuğladan yapılmış) bir duvar ile çevrili olan külliyenin avlusunu çevreleyen surda, ikisi güneyde, ikisi kuzeyde, birer tane de doğu ve batıda olmak üzere toplam altı kapı bulunmaktadır. Külliyenin kuzey tarafı tamamen ırmağa bakmaktadır. Bahçede, 400-500 yıllık anıt ağaçlar bulunmaktadır.Külliyeyi çevreleyen 120 x 160 m boyutlarındaki avlu içinde, ortada cami, caminin sağ (batı) tarafında büyük bir medrese, sol (doğu) tarafında bir imarethane ve kiler vardır. Avlunun güneydoğu köşesinde türbe (II.Bayezid'in şehzadesi Ahmed'in oğlu Osman Çelebi), kuzey ve güneydoğusunda birer şadırvan, caminin kuzeybatısında da muvakkithane bulunmaktadır. CAMİ 15.yüzyılın son çeyreğinde yan mekanlı camii mimarisinin gelişmiş bir örneğidir.Yapının kuzeyinde altı adet sütunun taşıdığı kemerler üzerine beş kubbeli son cemaat yeri ve içeride ise mihrap ekseni üzerinde büyük ve geniş bir kemer açıklığı ile birbirine bağlanmış arka arkaya iki kubbeyle örtülü dikdörtgen bir mekan ve buraya açılan üçer kubbeli yan mekanlardan ibarettir.Ters T plan tipiyle yapılmış olan caminin iç ölçüleri 29.97m x 30.53m; dış ölçüleri ise 45.44 x 42.95m'dir. Caminin ana mekanı, kıble ekseni üzerinde, birbirinden büyük bir kemerle ayrılan, kare biçimli iki bölümden oluşur. Bunların üstü birer kubbeyle örtülüdür. Binanın sağ, sol ve cümle (ana) kapıları olmak üzere üç girişi vardır. MEDRESE Avlunun batı duvarına bitişik olarak inşa edilmiş olan medresenin yapım tarihi 1486'dır. Sultaniye olarak da bilinen II. Bayezid Medresesi 1922'den beri Amasya İl Halk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır. Evliya Çelebi, 17. yy'da Amasyada bulunan 10 medreseden en süslü ve en bakımlısının Sultaniye Medresesi olduğunu söyler.Bina "U" planında inşa edilmiştir. Binanın doğu, batı ve kuzey cephelerinde, talebe hücreleri sıralanmıştır. Dershane, binanın güney tarafında yer alır ve yayvan bir kubbe ile örtülmektedir. Medrese avlusunun ortasında bir şadırvan bulunur. İMARET VE TABHANE (MİSAFİRHANE) İmaret ve tabhaneler, fakirlere, yoksullara ve yolculara bedava yemek verildiği ve korunup barındırıldığı yerlerdir. Evliya Çelebi II. Bayezid Külliyesi'nin imarethanesinde her gün fakirlere bol ve kusursuz yemeklerin verildiğini yazar. Bina "L" plan tipinde inşa edilmiştir. Dış ölçüleri, 42,05 ve 41,35m'dir. Bütün bina köfeki taşından yapılmıştır.Bugün, esas fonksiyonuna uygun olarak Amasya Valiliği Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın aşevi olarak faaliyet göstermektedir. "OKUMUN DÜŞTÜĞÜ YERE CAMİ..." Sultan II: Bayzezid, Amasya'da valiliği sırasında hat hocası ve sevdiği arkadaşı Şeyh Hamdullah Efendi ile Meşk Kayası'nda sohbet ederken "Bir gün tahta geçer isem, Amasya'ya cami yaptırmayı arzu ediyorum" der ve Şeyh Hamdullah'a, şehrin neresine bir cami yaptırmanın daha doğru olacağını sorar. Şeyh Hamdullah yayını gerip bırakır: "Okumun düştüğü yer daha uygundur" der. II. Bayezid 1481'de tahta geçer ve bir yıl sonra da Şeyh Hamdullah'a verdiği sözü yerine getirir.



18 Ocak 2010 Pazartesi

Efes Antik Kenti


İlk çağın en ünlü şehirlerinden biri olan Efes Antik Kenti, Küçük Menderes nehrinin sularını boşalttığı körfezin yakınında kurulmuştur. Tarıma elverişli toprakları, Doğu’ya açılan büyük ticaret yolu oluşu, gerek putperestlik gerekse Hıristiyanlık döneminde çok önemli bir dini merkez oluşu,
tarihe büyük bir kent olarak geçmesini sağlamıştır. İlim ve sanat dünyasında da adını duyurmuş, ünlü kişiler yetiştirmiştir. Bunlar rüya tabircisi Ardemidotus, şair Callinos ve Hipponax, filozof Heraklitos, Ressam Parrhasius, gramer bilgini Zenodotos, hekim Soranos ve Rufus’tur. Efes Antik Kenti’nin tarihi M.Ö.6000’lere uzanmaktadır ki bunu, son yıllarda Arvalya ve Çukuriçi höyüklerinde ele geçen buluntular ortaya çıkarmıştır.

Ayasuluk Tepesi
'nde yapılan kazılarda burada Erken Tunç Çağından günümüze kadar kesintisiz yerleşmenin var olduğunu göstermiştir. Bu da eski Efes’in Ayasuluk Tepesi'nde olduğunu, buranın Anadolu Kavimleri ve Hititler tarafından iskan edildiğini ispatlamaktadır. Ayrıca Hitit yazılı metinlerinde Apasas olarak geçen kentin bu kent olduğu da kesinleşmiştir. Antik yazarlar Strabon ve Pausinias, tarihçe Herodot, Efes’li şair Callinos gibi antik kaynaklar Efes’in Amazonlar tarafından kurulduğuna ve yerli halkın Karyalılar ve Leleglerden oluştuğuna işaret etmektedirler.

M.Ö.11 yüzyılda Atina Kralı Kodros’un oğlu Androklos, diğer kolonistler gibi Anadolu’ya gelmiş, Efes Antik Kenti civarına yerleşmiştir. Söylenceye göre; Androklos yeni bir şehir kurmak için yol çıkmadan önce kahine danışır. Kahin ona şehri kuracağı yerin bir balık ve yaban domuzu tarafından gösterileceğini söyler. Adamlarıyla birlikte Anadolu kıyılarına adım adan Androklos yakaladıkları balıkları tavada pişirirken, tavadan fırlayan bir balığın sıçrattığı kıvılcımlar çalıları tutuşturur. Çalıların arkasında bulunan bir yaban domuzu alevlerden korkarak kaçmaya başlar. Bunu Andraklos kahinin söylediklerini hatırlar ve atına binerek yaban domuzunu takip eder ve onu öldürür ve yaban domuzunu öldürdüğü yere kentini kurar. Bu söylence Hadriyan Tapınağı'nın frizlerinde betimlenmiştir. Bu kabartmaların orijinalleri ise Efes Müzesi'nde sergilenmektedir.

KAYNAK : http://www.tarihiveturistik.com/keyf/efes_antik_kenti-3.html

Edirne Selimiye Camii


Cami, medrese ve darülhadis 90 x 130 m boyutlarındaki avlunun içine, ortada cami, güney köşelerde eğitim yapıları olmak üzere simetrik bir düzende yerleştirilmiştir. Avlunun batı cephesini boydan boya kaplayan arasta ile bu kitleye sırtını veren darülkurra daha geç tarihte yapılmıştır.

Osmanlı hükümdarı II. Selim tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan Selimiye Camii, zamanın başkenti olan Edirne'de, şehrin en yüksek noktasında Yıldırım Bayezıd’ın yaptırdığı Baltacılar Koğuşunun kalıntıları üzerine yapılmıştır. Yapımına 1569'da başlanmış ve 1575'de tamamlanmıştır. Osmanlı-Türk sanatının en muhteşem eseridir. Mimar Sinan, Selimiye için "ustalığımın eseri" demiştir.

İstanbul yönünden gelenleri görkemli görüntüsüyle uzaklardan karşılayan, kentin her yerinden görünebilen, Mimar Sinan'ın 80 yaşında yarattığı ve "ustalık eserim" dediği yapı, Osmanlı-Türk sanatının ve dünya mimarlık tarihinin baş yapıtlarından sayılmaktadır.. 1569-1575 de II. Selimin emriyle yaptırılan Selimiye Cami, Edirne ve Osmanlı imparatorluğunun simgesi olurken uzaklardan görülen 4 minaresi ve caminin kuruluş yerinin seçimi Mimar Sinan'ın mimarlığın yanı sıra şehircilik uzmanı oluşundaki ustalığını da gözler önüne sermektedir..

Mimar Sinan’ın, mekân bütünlüğü açısından, kendi nitelemesiyle, mimarlığının doruk noktasına ulaştığı yapıtıdır. Şadırvanlı avlusu ve cami birbirine eş 60 x 44 m boyutlarında iki dikdörtgen olarak tasarlanmıştır.

Şadırvan avlusunun iç ve dış düzenlenişinde pencere, revak ve öteki öğeler büyük bir çeşitlilik ve denge içinde yerleştirilmişlerdir.

Mimarlık tarihinde en geniş mekana kurulu yapı olarak kabul edilen cami, kesme taşlardan 2.475 m2 lik bir alanı kaplamaktadır. Yerden yüksekliği 43, 28 m olan 31, 30 m çapındaki kubbesi, 6 m genişlikteki kemerlerle birbirine bağlanarak 8 büyük payeye oturtulmuştur. Selimiye camisi 3, 80 m çapı, 70, 89 m yüksekliğinde üçer şerefeli dört zarif minareye sahiptir. Selimiye'de daha önceki hiç bir camide, Ayasofya ve Bizans eserinde ve antik çağ mabetlerinde görülmemiş bir teknik kullanılmıştır. Daha önceki kubbeli yapılarda, asıl kubbe kademeli yarım kubbelerin üzerinde yükselmesine rağmen, Selimiye Camii tek bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe, 8 filayağına dayanan bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Kasnak, filayaklarına kemerlerle bağlıdır. Bu şekilde örttüğü iç mekana verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekanın bir kerede kolayca anlaşılmasını sağlamaktadır. Kubbe aynı zamanda camiinin dış görünüşünün ana hatlarını da belirler.

Kubbenin ağırlığı payeler ve bunların arkasındaki payanda kemerleri ile karşılanarak sekizgen kaide üzerine oturan kubbe sistemi Selimiye Camisi’nde en son olanaklarına kadar geliştirilmiştir. Köşe geçişleri çeyrek kubbelerle sağlanmış, payeler arasındaki kemerler pencere sıralarıyla doldurulmuştur.

Caminin mimarisinde olduğu kadar, mermer, çini ve hat işçiliklerinde de kusursuzluğa varılmıştır. Selimiye cami taş, mermer, sır altı tekniği ile yapılmış İznik çinileri, ahşap, sedef, gibi süsleme sanatının emsalsiz güzellikteki özelliklerine de sahip bulunmaktadır.

Yapının içi İznik çinileriyle süslüdür. Çinilerin bir kısmı 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında, Rus generali Skobelef tarafından sökülerek Moskova'ya götürülmüştür.

Müezzin mahfili tam merkeze yerleştirilmiştir. Büyük kubbenin tam altındaki müezzin mahfili, 12 mermer sütunlu ve 2 metre yüksekliktedir. 12 mermer paye ile taşınmaktadır.

Selimiye Camisi’nde kullanılan çini, hat, kalemişi, mermer ve ahşap işleri gibi dekoratif öğeler 16. yüzyıl Osmanlı sanatının ulaştığı doruk noktasının ürünleridir. Beyaz mermer mihrabı ve bir dantela gibi işlenmiş minberi birer başyapıt sayılmaktadır. Ayrıca mihrap çıkıntısının içini ve hünkâr mahfilini süsleyen çiniler de dönemin en değerli İznik çinileridir.

Yapının, kuzeye, güneye ve avluya açılan 3 kapısı vardır. İç avlu, revaklar ve kubbelerle süslüdür. Avlunun ortasında mermerden özenle işlenmiş bir şadırvan vardır.

Selimiye Camii, başkentten gelen yoldan en iyi biçimde görülebilecek konumda inşa edilmiştir. Kente girişte adeta devletin gücü simgeleniyordu. Bu görünüm yakın zamana kadar sürmüştür. Ancak, son yıllarda yolun kenarına yapılan bazı yüksek binalar caminin bu görünüşünü büyük ölçüde engellemiştir.

Medrese ve darülhadis

Her iki yapı da camiden daha önce, 1572-73’te tamamlanmıştır. Dörtgen bir avlunun iki dış cephesine yerleştirilmiş 13’er oda ve iç tarafa bakan birer dershane bulunmaktadır. Odalar ve dershaneler kare planlı, kubbelidir. Kaş kemerli avlu revakları tek eğimli düz çatı ile örtülüdür. Bütünüyle kesme taş olan cami kitlesinin tersine bu yapılarda taş ve tuğla karışımı duvar örgüsü kullanılmıştır.

Arasta

Camiye gelir sağlamak amacıyla yapılmıştır. Mimarının Davud Ağa olduğu bilinmesine karşın bazı araştırmacılar, yapının konumlanışı ve cami tasarımıyla bağlantısı açısından Mimar Sinan’ın tasarımı olduğunu, ölümünden sonra bu tasarım esas alınarak yapılmış olabileceğini savunmaktadırlar. Cami avlusunun batı duvarı boyunca uzanan 225 m lik ana kol ve buna dik bir kısa koldan oluşur. Kısa kol şadırvan avlusunun yan kapıları ekseni üzerindedir. Kolların kesiştiği nokta yüksek kasnaklı bir dua kubbesi ile belirlenmiş, buradan avluya geçiş sağlanmıştır.

Darülkurra
Tek kubbeli, iki göz revaklı, fevkani bir yapıdır. Kubbesi medrese ve darülhadis kubbeleriyle aynı düzeydedir.

Kaynak:
Abdullah Kuran, “Mimar Sinan”, s. 162-175, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul 1986.
Godfrey Goodwin; “A History of Ottoman Architecture”, s. 261-270, Thames and Hudson, London, 1992.
Oktay Aslanapa, “Osmanlı Devri Mimarisi”, s. 254-264
Yıldız Demiriz ,Klasik Dönem Osmanlı Sanatı.